Swot
Sorunu sor hemen cevaplansın.
swot teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı
- çalışkan öğrenci {i}
- hafız
- çok çalış {f}
- ineklemek
- hafızlamak
- çok çalışan kimse/öğrenci
- çok çalışmak
- inek
- Pazarlamada bir tür analiz;S - Strength - Ürün yada servisin güçlü olduğu unsurW - Weaknes - Ürün yada servisin güçsüz olduğu unsurO - Opportunity - Ürün yada servisin sahip olduğu fırsat unsuruT - Threat - Ürün yada servisin karşısındaki tehdit unsuru (Pazarlama)
- çok çalışan talebe
- swot inekle
- inek öğrenci {i}
- İng., k.dili. çok ders çalışmak, ineklemek {f}
- çok çalışmak slang
- kafa patlatmak {f}
- çok çalışma {i}
- inekleme {i}
- her
- ona
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
-The bank lent her 500 dollars.
Muhabir: Ona bir kedi yavrusu aldınız mı?
-Reporter: Did you buy her a kitten?
- him
- ona
Meseleyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu.
-We had no choice but to leave the matter to him.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
-The bank lent him 500 dollars.
- that
- şu
Karlarla örtülü şu dağa bak.
-Look at that mountain which is covered with snow.
Bu bir postane, şu ise bir bankadır.
-This is a post office and that is a bank.
- you
- sen
Artık seni sevmiyorum.
-I don't love you anymore.
Artık seni sevmiyorum.
-I don't like you anymore.
- it
- ona
- our
- bizim
Tatoeba Projesi bizim sanal evimizdir.
-Tatoeba Project is our virtual home.
Bizim ana dilimiz Japoncadır.
-Our native language is Japanese.
- somebody
- birisi
Birisi beni dışarı çıkarsın. İçeride kilitli kaldım.
-Let me out, somebody. I'm locked in.
Birisi telefona cevap verebilir mi?
-Can somebody get that?
- you
- siz
Siz insanları anlamıyorum.
-I do not understand you.
Merhaba, siz Bay Ogawa mısınız?
-Hello, are you Mr Ogawa?
- somebody
- {i} biri
Olabildiğince tuhaf, o ölü olduğu söylenilen biriyle karşılaştı.
-As strange as it may be, he met with somebody who is said to be dead.
Biri onu küvette boğmuştu.
-Somebody had drowned her in the bathtub.
- work
- {f} iş yapmak
Ne tür bir iş yapmak istediğinizi düşünmelisiniz.
-You must consider what kind of work you want to do.
Tom biraz iş yapmak zorundaydı.
-Tom had to do some work.
- us
- biz
- someone
- birisi
Birisi bana içtiğin her sigara ömründen yedi dakika alır dedi.
-Someone told me that every cigarette you smoke takes seven minutes away from your life.
Bir yabancı omzuma arkadan dokundu. Beni başka birisiyle karıştırmış olmalı.
-A stranger tapped me on the shoulder from behind. He must have mistaken me for someone else.
- that
- o
- work
- {f} çalışmak
Saatlerce çalışmaktan yoruldum.
-I felt tired from having worked for hours.
Çalışmak istemeyen, yemek de yemesin.
-If anyone is not willing to work, then he is not to eat, either.
- work
- {i} çalışma
Paris'e çalışmaya gitmeden önce Fransızcamı tazelemek zorundayım.
-Before going to work in Paris I need to brush up my French.
Paris'e çalışmaya gitmeden önce Fransızcamı tazelemeliyim.
-Before going to work in Paris I must freshen up on my French.
- work
- yapıt
Şimdiye kadar Shakespeare'in üç tane yapıtını okudum.
-I have read three of Shakspeare's works so far.
Darwin'in yapıtı her şeyi değiştirir.
-Darwin's work changes everything.
- swot analysis
- SWOT analizi incelenen kurumun, tekniğin, sürecin, durumun veya kişinin güçlü (Strenghts) ve zayıf (Weaknesses) yönlerini belirlemekte ve dış çevreden kaynaklanan fırsat (Opportunities) ve tehditleri (Threats) saptamakta kullanılan bir tekniktir
- swot analysis
- (Pazarlama) SWOT analizi incelenen kuruluşun, tekniğin, sürecin veya durumun güçlü ve zayıf yönlerini belirlemekte ve dış çevreden kaynaklanan fırsat ve tehditleri saptamakta kullanılan bir tekniktir
- swot up
- inek, çok ders çalışan öğrenci
- swot up
- çok çalışmak
- swot up
- İng., k.dili. (dersi) çok çalışmak, inek gibi çalışmak. i., İng., k.dili
- swot up
- çok çalışma, çok çabalama
- this
- bu
- that
- bağlaç ki
- his
- onun
Bu John'dur ve o da onun biraderidir.
-This is John and that is his brother.
Onun adı Tomoyuki Ogura.
-His name is Tomoyuki Ogura.
- them
- onlara
Beni öldürmekle tehdit ettiler bu yüzden cüzdanımı onlara verdim.
-They threatened to kill me so I gave them up my wallet.
Nagasaki çevresinde onlara rehberlik edebilmem için kadınla birlikte gittim.
-I went with the women so that I could guide them around Nagasaki.
- me
- bana
- that
- {z} (çoğ. those)
- us
- bizi
- them
- onlar
Dima bir gecede 25 adamla yattı ve sonra onları öldürdü.
-Dima slept with 25 men in one night and then killed them.
The Network'ün kasım meselesinde görünen raporunun 70 kopyasını üretmek ve onları ajanlarımıza dağıtmak mümkün mü?
-Is it possible to reproduce 70 copies of your report which appeared in the November issue of The Network and distribute them to our agents?
- your
- sizin
Ben dün sizin babanıza rastladım.
-I bumped into your dad yesterday.
Geçen sene Bayan Kato sizin öğretmeniniz miydi?
-Was Ms. Kato your teacher last year?
- my
- benim
- it
- o
- that
- bu kadar
Ver onu. Sahip olduğunun hepsi bu kadar mı?
-Hand it over. That's all you've got?
Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
-See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
- ones
- birileri
- my
- (İnşaat) benim N
- his
- eril onun
- that
- Keşke
Keşke o gitarı alabilsem.
-I wish I could buy that guitar.
Keşke o zaman bütün hikayeyi bana anlatsaydın!
-If only you had told me the whole story at that time!
- that
- (sıfat) öteki
- her
- o
- him
- kendine
Bazen büyük babam kendi başına bırakıldığında, kendi kendine konuşur.
-Sometimes my grandfather talks to himself when left alone.
Kendi kendine şöyle dedi: Bu operasyon başarıyla sonuçlanacak mı?
-He said to himself, Will this operation result in success?
- him
- o
- something
- birşey
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
-I'm going to help Tom do something this afternoon.
Tom asla ağzını birşeyi şikayet etmeden açmaz.
-Tom never opens his mouth without complaining about something.
- their
- onların
Onların konuşmaları devam etti.
-Their conversation went on.
Yağmur nedeniyle onların gezisi ertelendi.
-Their trip has been cancelled due to rain.
- her
- onun
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
-She promised to meet her at the coffee shop.
Onun görünümünü çekici bulurum.
-I find her appearance attractive.
- US
- amerika
- me
- aman!
- this
- bu kadar
Bu kadar uzun bir zamandan sonra bu şarkıyı İşitmek gerçekten eski zamanları geri getiriyor.
-Hearing this song after so long really brings back the old times.
Hiç bu kadar erken kalkmadım.
-I've never woken up this early.
- SWAT
- (Askeri) özel silah ve taktikler (special weapons and tactics)
- her
- dişil onun
- her
- {z} dişil onu; ona; ondan; onun: He loves her. Onu seviyor. He looked at her. Ona baktı. They hated her. Ondan nefret ettiler. It pleased
- her
- onu
Aşk onu rüyalarında görmektir.
-Love is seeing her in your dreams.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
-She promised to meet her at the coffee shop.
- her
- kendisi
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
-She said NO to herself. She said YES aloud.
Mary gerçekten harika. O benim için harika bir yemek pişirdi ve bulaşıkları bile kendisi yıkadı.
-Mary is really great. She cooked a wonderful meal for me and even washed the dishes herself.
- her
- ondan
Siz ondan daha uzun boylusunuz.
-You are taller than her.
Herkes ondan iyi şekilde bahseder.
-Everybody speaks well of her.
- her
- dişil onu
- her
- kendine
Jane'nin hayali kendine yaşlı ve zengin bir sevgili bulmaktı.
-Jane's dream was to find herself a sugar daddy.
O, sırrı kendine sakladı.
-She kept the secret to herself.
- him
- kendi
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
-He gathered his children around him.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
-He said NO to himself. He said YES aloud.
- him
- onu
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
-He promised to meet him at the coffee shop.
Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
-His daughter is eager to go with him anywhere.
- my
- {z} benim. ünlem O, ...! (Hayret belirtmek için kullanılır.): My, my, how nice you look! O, bu ne güzellik böyle!
- my
- vay!
- somebody
- bir kimse
- something
- biraz
Bu biraz farklı bir şeydi ve beraber takıldığım insanlar bunlardan takıyordu.
-It's something a bit different and the people I was hanging around with wore them.
Tom Mary'den yiyecek bir şey alabilmesi için biraz para istedi.
-Tom asked Mary for some money so he could buy something to eat.
- swat
- {i} vurma
- that
- diye
Herkes işitebilsin diye lütfen yüksek sesle oku.
-Please read it aloud so that everyone can hear.
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
-In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
- that
- için
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
-That's one small step for a man, one giant leap for mankind.
Coca-Cola'nın üretildiği ilk yıllarda, o kokain içeriyordu. 1914'te, kokain bir uyuşturucu olarak gruplandırıldı ve sonra Coca-Cola'nın üretimi için kokain yerine kafein kullandılar.
-In the first years that Coca-Cola was produced, it contained cocaine. In 1914, cocaine was classified as a narcotic, after which they used caffeine instead of cocaine in the production of Coca-Cola.
- them
- onları
Onlar parlak renkli kurbağalar olduğunu söylüyorlar fakat ben onları asla görmedim.
-They say there are bright-colored frogs, but I've never seen them.
Dima bir gecede 25 adamla yattı ve sonra onları öldürdü.
-Dima slept with 25 men in one night and then killed them.
- you
- sana
Sana küçük bir şey getirdim.
-I've brought you a little something.
Bu kravat sana çok iyi uyuyor.
-That tie suits you very well.
- his
- zam onunki
- my
- vay be
- my
- vay canına!
- my
- ünl
- my
- vay be!
- my
- hayret
- my
- Aman! Olur şey değil Hayret!
- my
- million years
- something
- falan
Öğle yemeğin için bir sandviç falan hazırlayacağım.
-I'll fix a sandwich or something for your lunch.
Neden parka falan gitmiyoruz?
-Why don't we go to the park or something?
- something
- {i} önemli bir şey
Mary'yi gördüğüm her seferde, ondan yeni ve önemli bir şey öğreniyorum.
-Each time I see Mary, I learn something new and important from her.
Tom Mary'ye önemli bir şey söylemek istedi.
-Tom wanted to tell Mary something important.
- that
- böyle
Allah'a inanan kim böyle bir şey yapardı?
-Who that believes in God would do such a thing?
Tom'un şimdiye kadar böyle küçük bir araba sürmeyi düşüneceğinden şüpheliyim.
-I doubt that Tom would ever consider driving such a small car.
- us
- amerika birleşik devletleri
- something
- bir parça şey
- her
- kendi
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
-The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Ona kendi odamı gösterdim.
-I showed her my room.
- his
- eril onunki
- it
- cinsel ilişki
- it
- ebe (oyunda)
- it
- (Bilgisayar) bilişim
- it
- ebe (oyunlarda)
- swat
- ezme
Bir sineği çıplak elinle ezmek zordur.
-It's hard to swat a fly with your bare hand.
Neden Noah o iki sivrisineği ezmedi?
-Why didn't Noah swat those two mosquitoes?
- swot analysis
- (Ticaret) swot analiz
- swot analysis
- (Politika, Siyaset) swot analizi
- this
- (Bilgisayar) belirtilen">(Bilgisayar) belirtilen
- work
- sökmek
- work
- mutat
- work
- işte
O, işten önce kahve içer.
-He drinks coffee before work.
Dün gece fazla uyuyamadım bu yüzden bütün gün işte uyukluyordum.
-I didn't get much sleep last night so I was nodding off all day at work.
- work
- yaramak
- work
- kamçılamak
- work
- tahammür etmek
- work
- kurmak
- something
- olağanüstü bir şey
Olağanüstü bir şey görmek istiyor musun?
-Do you want to see something extraordinary?
- her
- (dişil) onu
- him
- (eril) onu
- his
- (eril) onun
- it
- (oyunda) ebe
- it
- onu
- me
- mi
- me
- beni
- me
- ben
- my
- aman!
- somebody
- önemli birisi
- something
- bir şey
Sana küçük bir şey getirdim.
-I brought you a little something.
Tatlı bir şey istiyorum.
-I want something sweet.
- something
- (hiç yoktan iyi) bir şey
- swat
- (böcek/sinek/vb.) yassı bir şey ile vurmak
- swat
- {f} ez
- that
- ki o
Ne yazık ki o yatakta hastaydı.
-I regret to say that he is ill in bed.
Babam o kadar yaşlıdır ki o çalışamaz.
-My father is so old that he can't work.
- that
- -diği(ni)
- that
- öylesine
Linda'nın hayal kırıklığı öylesine fazlaydı ki gözyaşlarına boğuldu.
-Such was Linda's disappointment that she burst into tears.
Erkek kardeşim okumaya öylesine dalmıştı ki odaya girdiğimde beni farketmedi.
-My brother was so absorbed in reading that he did not notice me when I entered the room.
- that
- o kadar
O kadar kötü birisi ki kimse ondan hoşlanmaz.
-He is such a bad person that everybody dislikes him.
Havanın o kadar iyi olması tesadüftür.
-It is lucky that the weather should be so nice.
- that
- adl.şu
- that
- -dığı
- someone
- biri
Bir yabancı omzuma arkadan dokundu. Beni başka birisiyle karıştırmış olmalı.
-A stranger tapped me on the shoulder from behind. He must have mistaken me for someone else.
Birisi bana içtiğin her sigara ömründen yedi dakika alır dedi.
-Someone told me that every cigarette you smoke takes seven minutes away from your life.
- something
- {i} 1. bir şey: She wants something brighter. Daha frapan renkli bir şey istiyor. Can I get you something to drink? Size içecek bir şey
- One's
- -nin
- You
- istediğin
- it
- (ınformation technology) Bilgi teknolojisi
- it
- (Bilgisayar) (ınformation Technology - İT) Bilgi Teknolojisi
- me
- bendee
- me
- bana kalırsa
- me
- Dear me! Olur şey değil!
- ones
- siraye
- personal swot analysis
- SWOT analizi incelenen kurumun, tekniğin, sürecin, durumun veya kişinin güçlü (Strenghts) ve zayıf (Weaknesses) yönlerini belirlemekte ve dış çevreden kaynaklanan fırsat (Opportunities) ve tehditleri (Threats) saptamakta kullanılan bir tekniktir
- smb
- etmek
- smb
- konuk olmak
- somebody
- {i} kimisi
- someones
- birileri
- something
- birşeyler
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
-I have to help Tom do something tomorrow morning.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
-I'm going to help Tom do something this afternoon.
- that
- yaptığı
- them
- onlardan
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
-You may choose any of them.
Güneşin etrafında dönen dokuz gezegen vardır,Dünya onlardan biridir.
-There are nine planets travelling around the sun, the earth being one of them.
- this
- böyle
Ben böyle bir şapka almakla ilgileniyorum.
-I am interested in getting a hat like this.
Sık sık kendini çalışma odasına kapatır ve böyle şeyler yazar.
-He often shuts himself up in the study and writes things like this.
- us
- bizimle
- us
- bizden
- work
- {f} çalış
O çalışırken bir kaza yaptı.
-She had an accident while working.
O çalışırken bir kaza yaptı.
-He had an accident while working.
- you
- sende
Fark bu: o senden daha çok çalışıyor.
-The difference is this: he works harder than you.
Ben senden daha güzelim.
-I am more beautiful than you.
- you
- sizleri
- you
- sizden
Ben sizden özür dilemeliyim.
-I must beg your pardon.
Tatoeba: Bizim sizden daha eski cümlelerimiz var.
-Tatoeba: We've got sentences older than you.
- SB
- (Askeri) yedek üs (standby base)
- him
- eril onu
- him
- His veya Her Imperial Majesty
- his
- onunki
Senin çevirini onunkiyle kıyasla.
-Compare your translation with his.
Bu araba onunki gibi görünüyor.
-It looks like this car is his.
- his
- {z} eril onunki; onun: I don't want his. Onunkini istemiyorum. That dog's his. O köpek onun. Take his outside. Onunkini dışarıya çıkar. s
- it
- çekicilik
- it
- önemli kimse
- it
- cazibe
- it
- şahsiyet
- it
- ilişki
- it
- {i} (oyunlarda) ebe
- one's
- nin
- one's
- birinin
Birinin adını daha sonraki kuşaklarda yükseltmek ve böylece birinin ebeveynlerini övmek, bu anne babaya saygının en büyük ifadesidir.
-To raise one's name in later generations and thereby glorify one's parents, this is the greatest expression of filial piety.
Kitaplar birinin aklının ürünleridir.
-Books are the offspring of one's mind.
- ones
- olan
Daha kaliteli olanlarına sahip misin?
-Do you have better quality ones?
Modern arabalar birçok yönden eski olanlardan farklıdır.
-Modern cars differ from the early ones in many ways.
- s.b
- fen fakültesi mezunu
- sb
- antimon
- somebody
- hatırı sayılır kimse
- somebody
- büyük şahsiyet
- somebody
- {i} önemli kimse
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
-I am somebody and I am important.
- somebody
- {i} bazısı
- somebody
- {i} kimse
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
-I am somebody and I am important.
Fransızca anlayan kimseyi arıyorum.
-I'm looking for somebody who understands French.
- somebody
- şahsiyet
- somebody
- {z} biri, birisi, bir kimse: Somebody telephoned you. Biri sana telefon etti. i., k.dili. önemli biri, hatırı sayılır biri
- someone
- önemli kimse
- someone
- şahsiyet
- someone
- kimse
Neden kimse Tom'a yardım etmedi?
-Why didn't someone help Tom?
Neden kimseye söylemedin?
-Why didn't you tell someone?
- someone
- bir kimse
Bugün belirli bir kimse müthiş kırılgan oluyor.
-A certain someone is being awfully fragile today.
O, şüpheleneceğin bir kimse değildi.
-He wasn't someone you'd suspect.
- something
- bir şey: She wants something brighter. Daha frapan renkli bir şey istiyor. Can I get you something to drink? Size içecek bir şey
- swat
- {f} (sineklik, dürülmüş gazete, beysbol sopası veya elle) vurmak
- swat
- sineklik
Tom sağ elinde bir sineklik ile mutfağa yürüdü.
-Tom walked into the kitchen with a fly swatter in his right hand.
- swat
- vurup ezme
- swat
- vurup ezmek
- swat
- yassı bir şey ile vurmak
- swat
- sineklik/ezme
- swat
- {i} vuruş
- swat
- {f} vurmak
- swat
- {f} ezmek
Bir sineği çıplak elinle ezmek zordur.
-It's hard to swat a fly with your bare hand.
- that
- öteki
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
-This car has a better performance than that one.
- that
- ki
- this
- işbu
- work
- (fiil) çalışmak, çabalamak, iş yapmak, işlemek, işletmek; işe yaramak; başarılı olmak; etkili olmak; meşgul olmak; seğirmek; oynamak; mayalanmak; oynatmak; koparmak (para); sızdırmak (para)
- work
- {f} sızdırmak (para)
- work
- {f} meşgul olmak
- work
- {f} koparmak (para)
- work
- {f} mayalanmak
- work
- {i} işyeri
Benim işyeri ile iyi bir iş yaparım.
-I do a good job with my work.
Wienczysława, işyerindeki en güzel esmerdir.
-Wienczysława is the most beautiful brunette in the workplace.
- work
- {f} çabalamak
- work
- {f} çalışmak; (birini) çalıştırmak: He works hard. Çok çalışıyor. Don't work them too hard. Onları çok fazla çalıştırma
- you
- size
Size kuralları ihlal etmek için izin verilmez.
-You are not allowed to violate the rules.
Ben size yardımcı olmaktan mutlu olurum.
-I will be glad to help you.
- you
- sizi
Sizinle yaşamayı seviyorum.
-I love living with you.
Sizin hangi tür şarabınız var?
-What kind of wine do you have?
- you
- seni
Artık seni sevmiyorum.
-I don't love you anymore.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
-Understanding you is really very hard.
- your
- senin
Yakın bir gelecekteki senin ziyaretini gerçekten dört gözle bekliyorum.
-I really look forward to your visit in the near future.
Geçen sene Bayan Kato senin öğretmenin miydi?
-Was Ms. Kato your teacher last year?
İlgili Terimler
swot teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı
- swot analizi
- SWOT analizi incelenen kurumun, tekniğin, sürecin, durumun veya kişinin güçlü (Strenghts) ve zayıf (Weaknesses) yönlerini belirlemekte ve dış çevreden kaynaklanan fırsat (Opportunities) ve tehditleri (Threats) saptamakta kullanılan bir tekniktir
- HER
- (Osmanlı Dönemi) f. Bütün, hep, tamamen
- HER
- Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir: "Bir hafta, her gece çalışmak suretiyle hikâyesini bitirdi."- H. E. Adıvar
- His
- (Osmanlı Dönemi) RUH
- His
- (Osmanlı Dönemi) VAKŞ
- HÎS
- (Osmanlı Dönemi) Arslan yatağı
- his
- Duyu
- his
- Duygu: "Birisi duygularına, hislerine kulak verir, öteki hile ve desise seslerine ..."- B. Felek
- his
- Sezgi, sezme
- his
- Duyu. Sezgi, sezme
- his
- Duygu
- it
- Terbiyesiz kimse
- it
- Köpek
- kişisel swot analizi
- SWOT analizi incelenen kurumun, tekniğin, sürecin, durumun veya kişinin güçlü (Strenghts) ve zayıf (Weaknesses) yönlerini belirlemekte ve dış çevreden kaynaklanan fırsat (Opportunities) ve tehditleri (Threats) saptamakta kullanılan bir tekniktir
- me
- Göz
- HÎS
- (Osmanlı Dönemi) Meşelik
- HİM
- (Osmanlı Dönemi) Kürtçede: Temel, esas
- HİM
- (Osmanlı Dönemi) Deveye ârız olan susuzluk hastalığı
- her
- Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir
- him
- Bina temeli
- him
- Derinlemesine eşilen ve duvar örülen çukur
- him
- Eskiden, Bingazi ve Trablusgarp'tan alınan bir çeşit vergi
- it
- Köpek: "İt ürür, kervan yürür."- Atasözü
- it
- Değersiz, terbiyesiz kimse
- it
- Değersiz, terbiyesiz kimse: "Babaları da zaten itin biri."- H. Taner
- me
- Evrenin tasarlandığı gibi işlemesini sağlayan kutsal kurallar ve düzenlemeler
- me
- Eylemleri olumsuz yapmakta kullanılan ek
- me
- Türk alfabesinin on altıncı harfinin adı, okunuşu
- me
- Koyun, kuzu gibi hayvanların çıkardığı ses
- me
- Koyun, kuzu gibi hayvanların çıkardığı ses: "Kara koyun kuzular kuzulamaz / Me deme."- F. H. Dağlarca
- sb
- Antimon elementinin simgesi
İlgili Terimler
swot teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı
- vigorous study at an educational institution
- To study something with effort or determination (swot up on)
Örnek Cümle:
Can we this quote? You may need to swot up on Perl references (perldoc perlreftut) to take advantage of this module.
- one who swots
- work
- To study with effort or determination
- (British slang) diligent student; hard-worker {i}
- study intensively, as before an exam; "I had to bone up on my Latin verbs before the final exam"
- Definition: SWOT stands for Strengths Weaknesses Opportunities Threats SWOT analysis is a common framework used by business students Practicing managers use the SWOT framework too SWOT presents a good method for a quick overview of how a company is poised for the future Related Resources: Article on SWOT Analysis This article introduces you to the basic principles of SWOT and also presents you with a checklist for a quick SWOT analysis Discuss SWOT with others on the forum Find out what has worked for others and what hasn't Share your views Discuss: Can SWOT analysis be done to plan your career? SWOT analysis is commonly used for analyzing companies Some students use SWOT analysis on themselves to plan their career What do you think?
- disapproval If you call someone a swot, you disapprove of the fact that they study extremely hard and are not interested in other things. strengths, weaknesses, opportunities, threats a system for examining the way a company is run or the way someone works in order to see what the good and bad features are. someone who spends too much time studying and seems to have no other interests - used in order to show disapproval. swotted swotting to study a lot in a short time, especially for an examination = revise swot for
- (British slang) work hard; study diligently {f}
- Strength Weakness Opportunity Threat
- Strengths, weaknesses, opportunities, and threats
- If you swot, you study very hard, especially when you are preparing for an examination. They swotted for their A levels
- Strengths Weaknesses Opportunities Threats
- an acronym standing for strengths, weaknesses, opportunities, and threats A SWOT analysis is a thorough and objective study of an organization's internal strengths and weaknesses and external opportunities and threats
- an insignificant student who is ridiculed as being affected or studying excessively
- swot up on
- To study particularly hard to learn a subject quickly
- swot vac
- in secondary and tertiary education, a period of non-teaching prior to examinations
She died during the swotvac before my third year exams.
- swot analysis
- (Pazarlama) SWOT analysis is a strategic planning tool used to evaluate the Strengths, Weaknesses, Opportunities, and Threats involved in a project or in a business venture
- swot analysis
- A study undertaken by an organization to identify its internal strengths and weaknesses, as well as its external opportunities and threats
- SWOT analysis
- (Ticaret) Strengths, Weaknesses, Opportunities and Threats analysis- the organization and analysis of factors that will impact organizational effectiveness; often used in formulating strategic and business plans
- ME
- Montreal Exchange, a futures and derivatives exchange (formerly also a stock exchange)
- ME
- Medical examiner, or coroner
- ME
- Maine, a state of the United States of America
- ME
- Middle English
- MY
- Motor Yacht - diesel-driven yacht
- SB
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.